29 Mayıs 2012 Salı

Kadınlarda akciğer kanseri artıyor



Türkiye’de akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti. Hastalığa yakalananlarda sigara içme oranı yüzde 91,5. Türkiye’de yeni akciğer kanseri hasta sayısı, 7 merkezin verilerine göre 7300.




Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, “Akciğer kanserinin görülme sıklığında erkeklerde hafif bir artış görülse de kadınlarda oldukça yoğun bir şekilde artışa geçmiş durumda. 2010 verilerine göre Türkiye’de erkekler için yüz binde 74, kadınlarda da yüz binde 9.3 gibi duruyor” dedi. Türk Akciğer Kanseri Derneği tarafından, gerçekleşen 5.Ulusal Akciğer Kanseri Kongresi’nin basın toplantısında konuşan TAKD ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Nil Molinas Mandel,  Türkiye’de yeni akciğer kanserli hasta sayısının İstanbul hariç 7 Merkezin verilerine göre yılda 7300 olduğunu söyledi.

Akciğer kanseri- sigara ilişkisi

Prof. Mandel Akciğer kanserinin en çok görüldüğü bölgenin İzmir bölgesi olduğunu belirterek şu bilgileri verdi:
“Bu oran İzmir’de erkeklerde 99.9 a kadar çıkıyor, kadınlarda da %11.3 e kadar yükselmiş oluyor. Bizim için son yıllarda son derece önemli olan akciğer kanseri verisi, sigara ile olan ilişkisi. Akciğer kanserinin yıllık Türkiye genelinde beklenen sayısı yeni hasta olarak yılda 30 bin civarında. Sigara içenlerin oranı %91,5. Ailesinde akciğer kanseri bulunanlardaki oran aşağı yukarı %9.6. Ağırlıklı olarak sigarayla oldukça yoğun bir ilişkisi olduğu görülüyor.”

Erken evrede teşhis şansı düşük

Akciğer kanserini erken evrede teşhis etme şansının düşük olduğunu belirten Prof. Mandel, hastalığın daha çok ileri evrede yakalandığını söyledi.  Bu nedenle sağkalımların daha düşük olduğunu vurgulayan Mandel, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ortalama akciğer kanserlerinde sağ kalım süresi olarak 18 ay veriliyor. Ama bu hastalığın evresine, yapılan tedaviye ve hastanın performansına göre değişiyor. Oldukça yoğun görülen akciğer kanseri hastalığı ile çok yeni gelişmeler var. Türkiye’de bu hastalığa karşı tedbir almaya ve günü gününe takip etmeye çalışıyoruz. Hastalığın erken tanısıyla ilgili çok çeşitli yöntemler araştırıldı. Bu yıl sonuçlanan bazı çalışmalarla da kurtulma şansının olduğu belirlendi.”

Evre 4 hastanın tedavisi

Prof. Dr. Mandel , cerrahi ve radyoterapi yapıldıktan sonra hastaların çoğunda hastalık farklı organlara sıçradığını ve metastazlardan sonra hastalığın 4. Evreye yükseldiğini belirterek, “Hastalık metastaz yaptığı zaman biz bu hastalık dönemine ‘Evre 4 hastalık’ diyoruz” diyerek şöyle devam etti:
“Evre 4 hastalık döneminin tedavisinde bugün kullanmakta olduğumuz klasik yöntemler var. Bu yöntemlerden biri herkesin bildiği ve korktuğu kemoterapi. Ancak kemoterapi eskisi gibi hastalara eziyet eden bir yöntem olmaktan çıktı. Çünkü bugün yan etkilerini önleyecek birçok destek tedavisine sahibiz. Ama yine de hastalarla konuşurken mevcut diğer hastalıklarını dikkate alarak onlara daha iyi bir yaşam sağlamak üzere bu tedavileri öneriyoruz. 1995’li yıllarda aslında ‘acaba kemoterapiye hiç mi gerek yok? Sadece destek tedavi mi yapılsın?’ tartışılıyordu. Bugün ameliyat olan hastalarda bile risk gruplarına bakıp koruyucu olarak bir kemoterapi önerisine geçmiş bulunuyoruz.”

Kişiye özel tedavi yaklaşımları

Son yıllarda daha az yan etkileri olan ilaçların piyasaya çıktığını söyleyen Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, “Bunlar daha çok kişiye özel ilaçlar. Akciğer kanseri alanındaki en önemli gelişme bazı hastalar için kemoterapinin yerini tutabilecek hedefe yönelik ilaçların ortaya çıkmış olmasıdır” diyerek şöyle devam etti:
“Belli hücre gruplarında genetik mutasyonlara ve mutasyonların kopya sayısına bakarak bazı ilaçları kullanma şansımız olabiliyor. Ülkemizde de kullanılan ilaçlar arasında erlotinip, gefitinip gibi küçük moleküllü, bizim hücrede çoğalma emrini veren sinyalleri yok eden ilaçlarla tedavi şansı ortaya çıktı. Bu ilaçlar ağız yoluyla kullanabiliyor ve hastalar günlük tedavilerini evlerinde alabiliyorlar. Bunları seçilmiş hasta gruplarında özellikle sigara içmeyen adenokanser grubunda daha etkili kullanabiliyoruz. Bunları ilk tedavi olarak kullanmak için genetik mutasyon testlerini kontrol ediyoruz. Ama ikinci ya da üçüncü seçimde yine bu ilaçları deneme şansımız oluyor. Yine yeni damar yapılanmasını engelleyen bir takım ilaçlar var. Bunları öncelikle kemoterapiyle birlikte kullanıyoruz. Bir süre sonra kemoterapiyi kesip sadece bu yeni damar yapılanmasını engelleyecek ilaçları kullanarak hastalığı durdurma şansımız oluyor. Her hastaya her ilaç aynı oranda etkili değil. Bu bir takım hücresel değişiklikler, enzim değişiklikleri ve genetik farklılıklar kişiye özel tedavi ihtiyacını doğurmuş bulunmaktadır. Bunu da deneyimli merkezlerde, Türkiye’nin hemen her yerinde tıbbi onkoloji ile uğraşan arkadaşlarımız uygulamaktadır.”





Akciğer kanserli hastalar doktora geç evrede geliyor

İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AD Başkanı Prof. Dr. Ferah Ece, akciğer kanserinde erken tanının çok önemli olduğunu ancak hastaların neredeyse tamamının hekime geç evrede başvurduğunu belirterek şunları anlattı:
“Biz bu hastaları ameliyata hazırlamak için uygun vakalarda tedaviler verip lezyonu çürütüp yeniden ameliyata vermek için olağan üstü çaba sarf ediyoruz. Bu yüzden tanıyı erken koymak sağ kalımı artıran bir faktör. Biz göğüs hastalıkları uzmanları olarak bir takım yenilikleri takip ediyoruz. Bu yüzden bu kongremizde de birçok çalışmalardan da söz edildi. Bizim ana tanı aracımız bronkoskopi. Bronkoskopi, gastroentrologların kullandığı endobronşiyal bir inceleme yöntemi. Akciğerlere burun ya da ağızdan girerek ışıklı bir alet eşliğinde bronşiyalleri görebiliyoruz. Eğer lezyon santral bir lezyonsa bizim bronkoskopi ile lezyona ulaşmamız çok kolay. Direkt olarak tümörü görüp, oradan biyopsi alarak tanıya ulaşabiliyoruz. Ancak her zaman bu iş bu kadar kolay olmuyor. Bazen periferik lezyonlarda farklı yöntemler kullanıyoruz. Elektromanyetik navigasyon gibi. Tanı konduktan sonra evreleme aşamasındaysa bizim lenf düğümlerini aydınlatmamız gerekiyor. Lenf düğümlerinin örneklenlendirmesinde de invaziv yöntemler var. Ancak biz o invaziv yöntemlerden önce non-invaziv yöntemleri kullanmak istiyoruz. Böyle durumlarda bronşların içerisinden lenf düğümlerine ulaşıp oradaki lenf düğümlerinden örnekleme yapıyoruz. Ve bu eğer pozitif olarak sonuçlanırsa evrelememizi yapıp, gerekli tedavileri uyguluyoruz. Endobronşial ultrasonografi ise ulaşılması zor ve küçük lezyonları görmemizi sağlıyor. Ultrason ile lenf düğümünü tespit ettikten sonra iğne biyopsisi ile oraya girerek biyopsi materyalimizi alıyoruz. Sonuç burada da negatif kalırsa o zaman biz hastayı cerrahiye devrediyoruz. Cerrahi olarak örnekleme yapılıyor. Bir diğer teknik ise floresan bronkoskopi. Bunda da görülen bir tümör kitlesi yoksa bile biz farklı bir ışıklandırma sistemi ile bronkoskopi esnasında bronşial yapıları inceleyerek oradaki renk değişikliklerine bağlı olarak karar verebiliyoruz. Bunu da tarama aşamasında kullanıyoruz. Ancak tarama rutin değil akciğer kanserinde ama belirli seçilmiş olgularda, risk faktörü olanlarda, aile örgüsü olanlarda yapabileceğimiz yöntemler ve teknikler.”

Akciğer kanseri önlenmesi en kolay kanser

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi AD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Kaynak, akciğer kanserinin önlenmesi en kolay fakat en ölümcül kanser olduğunu söyleyerek şöyle devam etti:
“Akciğer kanserinin cerrahi tedavisi mümkündür. Akciğer kanserinin cerrahi tedavisinde tutulu olan akciğerin bir bölümünü çıkartıyoruz, lenf bezlerini temizliyoruz ve hastaya daha uzun bir yaşam süresi sağlamaya çalışıyoruz. Bize gelen hastaların %20- %30’u ‘akciğere bıçak vurulur mu? Akciğere bıçak vurulursa ürer mi? Akciğer çıkartılır mı?’ gibi sorular soruyor. Kesinlikle akciğer çıkartılır, akciğere bıçak vurulduğunda üreme diye bir şey söz konusu değildir. Akciğer kanseri tabii ki en ölümcül, en hızlı metastaz yapabilen kanserlerden bir tanesidir ancak bunun cerrahi ile bıçak ile neşter ile hiçbir ilgisi yoktur. Tekniğin gelişmesiyle bir takım yenilikler söz konusu olabiliyor. Biz tanı ve tedavi amacıyla endoskopik yöntemler kullanıyoruz. Bu yöntemlerde kameranın HD olması, 3 boyutlu olması bize işimizi daha konforlu yapmamızı sağlıyor.”

Radyoterapide normal dokular korunabiliyor

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi AD Öğretim Üyesi Doç. Dr. Deniz Yalman, akciğer kanserinde radyoterapinin iki amaçla kullanıldığını belirterek şöyle devam etti:
“Akciğer kanserlerinde radyoterapiyi iki amaçla kullanıyoruz. Biri küratif dediğimiz hastalığı yok etmeye yönelik amaçla, diğeri de metastatik hastalarda bu metastazların oluşturduğu, hastaların yaşam kalitesini bozan semptomları yok etmeye yönelik olarak. Özellikle hastaların büyük bir kısmı bize ileri evrelerde geliyor. İleri evrelerde küratif tedavi yapmamız çok zor. Ancak özellikle kemoterapiyle birlikte radyoterapiyi uyguladığımız zaman ve yeni gelişen teknolojiye paralel olarak artık bilgisayar kontrollü yapabiliyoruz tedavimizi. Normal dokuları koruyarak, akciğere zarar vermeden daha yüksek dozlar uygulayabiliyor. Yüksek dozlara çıktığımız zaman kürü daha rahat kontrol edebiliyoruz. Genel radyoterapi açısından teknolojik ilerlemelere paralel olarak radyoterapi yöntemlerindeki gelişmeler, her kanserde olduğu gibi akciğer kanserinde de lokal kontrolde bize yardımcı oluyor. Ama bizim şu andaki en büyük problemimiz bu hastalığın yaptığı sistemik metastazlar. Onlara çözüm getirmediğimiz takdirde ölüm oranlarının yüksekliği sürüyor.”


Türkiye’de 3 kat daha az radyoterapi veriliyor

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi AD Öğretim Üyesi Prof. Dr. E. Rıza Çetingöz de radyoterapinin 100 yıldan bu yana uygulanan bir tedavi yöntemi olduğunu söyleyerek şu bilgileri aktardı:
“Radyoterapi ilk olarak dışarıdan uygulanma yöntemiyle başlamıştı. Şu anda radyoterapi yöntemleri çok ilerlemiş durumda. En yeni yöntemlerden bir tanesi içeriden uygulanan yöntem. Çok önemli tıkanmalarda bronşları açıcı bir tedavi yöntemi olarak kullanılıyor. Radyoterapi akciğer kanserlerinde en çok uygulanması gereken bir tedavi yöntemi olmakla beraber, dünya genelinde 100 akciğer kanserli hastanın yaklaşık 66’sının herhangi bir nedenle radyoterapi gördüğü anlaşılıyor. Fakat maalesef ki SGK verilerine baktığımızda ülkemizde bu oranın olması gerekenden 3 kat daha az olduğu görülüyor. 100 hastanın ancak 28’inin radyoterapi gördüğü ortaya çıkıyor. Bu da önemli bir sorun tabii ki. Ya elimizdeki olanakların farkında değiliz ya da bu olanaklar konusunda bilgi sahibi değiliz. Bu yüzden derneklere ve basına çok büyük bir iş düşüyor. Gelmiş olduğumuz noktada bilişimdeki teknolojiyle eskiden 2 boyutlu tedaviler yaparken artık 3 boyutlu tedaviler yapmaya başladık. Eskiden simülatör denen bir radyografi cihazında kitleye odaklanırken, şimdi tomografiler aracılığı ile yapmış olduğumuz planlamalarda kitlenin çevresindeki sağlam dokuları da görerek onları teker teker ince hesaplarda tümörden ayırarak eskiden var olan dozların oldukça üzerine çıkmış durumdayız. Bu yeni gelişen teknoloji sağlam dokuyu çok daha fazla koruyarak tümöre çok daha iyi odaklanabilme şansını getirdi. Streotaktik vücut ışınlamasında lenf modu tutulumu yapmamış olan ve 3 cm’in altında olan tümörlerde haftalık ya da gün aşırı seanslarda, seans başına yüksek dozlar vererek bugün cerrahinin elde etmiş olduğu verilere yakın, hastanın bulunmuş olduğu yerdeki kontrolünü sağlamayı başardığı gösterilmiş durumda. Bilimde gerçekten çok ilerlemiş durumdayız. Eskiden biz tümörü tedavi ederken belli bir sabit alan alır ve tümörü orada ışınlardık. Tümör de alan dışına çıkmasın diye alanı biraz geniş tutmak zorunda kalırdık. Şimdi artık Tümörü takip eden solunum ayarlı 4 boyutlu radyoterapi sadece tümöre odaklanarak çevre dokuları koruyor. Fakat bu aygıtlar çok çok pahalı aygıtlar ve her merkezde bulunmuyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder