21 Şubat 2011 Pazartesi

Organ nakline duyulan ihtiyaç çok büyük

Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, çok büyük organ nakli ihtiyacı bulunmasına karşın Türkiye'nin, organ bağışı konusunda, Avrupa'nın en geri ülkelerinden biri olduğunu söyledi.Türkiye'de organ nakli konusunda bilgi veren Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, "Türkiye'deki bütün çalışmaları çok yakından taklip ediyorum. Tıp olarak övünebilirsiniz. Türk doktorlar dünyadaki meslektaşlarıyla yarışabilecek seviyede. Organ nakli konusunda gelişmemiz lazım. Ülke olarak büyük bir eğitim seferberliği başlatmamız gerekiyor" şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, Türkiye'de 2009 yılında 700'ün üzerinde karaciğer, 2 bine yakın böbrek, 54 kalp nakli yapıldığını dile getirerek, 21 merkezde karaciğer, 46 merkezde böbrek nakli ameliyatı gerçekleştirildiğini söyledi.
Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, Türk doktorların organ nakli ameliyatlarındaki başarı oranlarının, en ileri ülkelerden bile daha iyi olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Türkiye'de organ nakline duyulan ihtiyaç çok büyüktür. Özellikle organ bağışı konusunda Avrupa'nın en geri ülkelerinden birisiyiz. Bu tablo, insanımızın ihtiyaç duyduğu tedavi şansına ulaşamadığını göstermektedir. Bu konuda gelişme göstermemiz gerekmektedir. Devletimizin, organ nakli konusundaki hassasiyetine ve bu konuda artarak sürdürdüğü desteğe canı gönülden katılıyoruz fakat bunu da yeterli bulmuyoruz. Organ nakli bekleme listeleri uzamakta ve mevcut nakil ameliyatları sayısı bunu karşılayamamaktadır. Bu konuda çalışanların gerekli desteği almalarını ve ülke olarak büyük bir eğitim seferberliği başlamamız gerektiğini düşünüyorum.''

Organ bağışının artırılması ulusal bir mesele

Ege Üniversitesi Organ Nakli Koordinatörü Opr. Dr. Cemal Ata Bozoklar da Türkiye'de organ bağışının artırılmasının sadece doktorların ve hastaların sorunu değil, ulusal bir mesele olduğunu belirtti. Bozoklar, “Bu sorun, sivil toplum örgütleri, ilaç firmaları, hükümet ve medyanın ele ele vermesiyle çözülebilir” dedi.
Bozoklar, yoğun bakım ünitelerinden, ölümlerin zamanında bildirilmemesinin de organ bağışlarını olumsuz etkilediğini belirterek, organ nakli beklerken hayatını kaybeden birçok hasta bulunduğunu söyleyerek, “Türkiye'de bekleme listeleri adeta ölüm listeleri, çünkü gereken organları maalesef bulamıyoruz” diye konuştu.

Arzu Kocabıçkıcı





“Embriyo transferi kısıtlaması tüp bebekte başarıyı düşürecek”

“Ülkemizde 6 Mart 2010 tarihinde yeni çıkan yönetmelikten önce, üç embriyo transfer etmek yasal iken, şu anda bu konuda Sağlık Bakanlığı çıkartmış olduğu bu yönetmelikte çok ciddi bir şekilde ağır yaptırımlar getirmiş bulunmaktadır. Bu yönetmeliğin ülkemizdeki tüp bebek başarı oranlarını ciddi şekilde etkileyeceğini ve düşüreceğini düşünüyoruz.”

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) İkinci Başkanı Bülent Tıraş ile infertilite ve Sağlık Bakanlığı’nın 6 Mart 2010 tarihinde yürürlüğe giren yeni tüp bebek yönetmeliği hakkındaki düzenlemeleri konuştuk...

Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı yönetmeliğin bu alandaki sorunlara çözüm getirebileceğini düşünüyor musunuz?

Tüp bebek uygulamalarında aslında ülkemiz son derece başarılı. Çevremizdeki birçok ülkeden çok daha başarılı ve sonuç olarak da ülkemize bu nedenlerle çevredeki birçok ülkeden, yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarından ve diğer ülke vatandaşlarından çok sayıda tüp bebek tedavisi için gelen olmakta ve sağlık turizmi bu yönde pozitif gelişmekte. Ancak, 6 Mart 2010 tarihinde çıkan yeni yönetmelikle bu alanda ağır bir kısıtlamaya gidildi. Bu ağır kısıtlamalardan en önemlisi, daha önce üç embriyo transfer etmek yasalken, 35 yaşın altındaki kadınlara tek bir embriyo verilmesi, 35 yaşından sonra da iki embriyo verilmesi kısıtlaması.

Yönetmelikte, 35 yaşından genç kadınlara ancak daha önce iki defa başarısız uygulama olmuşsa iki embriyoya izin veriliyor. Bu düzenleme radikal ve kısıtlayıcıdır. Sonuçta, ülkemizdeki tüp bebek başarı oranlarını ciddi şekilde etkileyeceğini ve düşürüceğini düşünüyoruz. Uygulama yeni ama Sağlık Bakanlığı düzenleme sonrasına ilişkin verileri topladığında, başarı oranında ciddi bir düşüş görecektir. Düzenleme, çoğul gebelikleri önlemeye yönelik  radikal bir yaklaşımı gözetiyor ama tüp bebeğe ulaşmak için hastaların yaptığı masrafı ve devletin yaptığı sınırlı ödemeyi düşündüğünüzde hastalar aleyhine bir durum ortaya çıktığı da açık. 

Yönetmelikte, sanki tüp bebek yöntemleri hasta için zararlıymış ya da kaçak yapılıyormuş gibi neredeyse polisiye tedbirleri amaçlayan bir yaklaşım var. Ülkemizde zaten yasal olmayan sperm ve yumurta bağışı doktorlar tarafından hastalara söylenemeyecek. Sadece yasaklamakla kalınmıyor, söylenmesi halinde Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesi, lisans iptali gibi cezalar öngörülüyor.

Ayrıca, dünyada bu tekniklerin ulaştığı seviye itibariyle, bu kadar radikal bir şekilde düzenlenmeye, kısıtlanmaya çalışılması ya da bu kadar cezalandırıcı önlemlere gidilmesi gerçekten günümüzdeki bilimsel seviyeyle bağdaşmamaktadır. Örneğin; bu yönetmeliğin ekinde yayınlanan Sağlık Müdürlüğü’nün yapacağı denetimlerle merkezlere verilecek ceza kısmında 15 gün süre içerisinde veya bir hafta süre içerisinde eksiğini yerine getirmeyenler kapatılır tarzında sert tedbirler görülmektedir. Buradaki amacı anlamakta biz zorluk çekiyoruz. Tüp bebek merkezlerinin acaba bu ülkeye ne gibi zararları vardır?

Ayrıca, yönetmelik bağımsız tüp bebek merkezlerinin kapanmasına yol açabilecek düzenlemeleri içeriyor. Hiçbir tüp bebek merkezinde doğum yaptırılmamaktadır. Doğum yaptırılmayan bir merkezde yeni doğan ünitesinin bulunmasının ne gibi bir faydası olacaktır? Tüp bebek merkezleri, gebe kalamayan çiftlere gebeliğin oluşturulmasını sağlamakla yükümlü olan bir kuruluştur. Sanki bütün gebelerin doğumunu da bu merkezler yaptırıyormuş gibi algılanıyor sanırım.

Yönetmeliği derneklerin ve bazı hastaların Danıştay’da dava ettiklerini biliyoruz. Hukuki girişim sürüyor ancak gönül arzu ederdi ki, Sağlık Bakanlığı bu yönetmeliği çıkarmadan önce derneklerle yapmış olduğu toplantılardaki önerileri dikkate alsın.

Maalesef bakanlıktaki bilim kurulunun da onayı alınmaksızın bu yönetmelik bu haliyle çıkarılmıştır. Sonuç olarak, biz bu yönetmelikte Sağlık Bakanlığı’mızın tutumunu anlamakta çok güçlük çekiyoruz. Tüp bebek merkezleri bu ülkenin kuruluşlarıdır ve bu ülkenin hastalarına hizmet etmektedirler. Özel tüp bebek merkezleri olsun, devlete ait tüp bebek merkezleri olsun, hastanelerle ya da müstakil çalışan tüp bebek merkezlerinin hepsi sonuçta bu ülke lehine çalışan kurumlardır. Hukuken açılan davaların sonucunda veya uygulama aşamasında hastalardan gelen şikayetlerde görülecektir. Üzücü olaylar da duyuyoruz, hastalar iki embriyo alabilmek için mahkemeye başvurup yaşını büyütmek istiyor. Neden bir embriyo fazla alabilmek için.

İşin bir de sosyal güvenlik yönü var. SGK imkanlarıyla tüp bebek uygulaması en fazla iki defa denenebiliyor. Kamu ikiden fazla tüp bebeğe para ödemezken, parasını ödemediği bir yöntemde niçin embriyo sayılarına bu kadar karışma hakkını kendinde görmektedir?

Hastalarımızda ciddi bir tepki olduğunu görüyoruz. Mutlaka bunları Sağlık Bakanlığımıza ve ilgili diğer kuruluşlara iletiyorlardır. Burada biz Sağlık Bakanlığı’ndan teşvik edici ve sistemi denetleyici bir rol bekliyoruz. Böyle radikal bir tedbirle uygulamanın yürütülemeyeceğine inanıyoruz. Umarım bu hatalar görülür ve geri dönülür.


Hukuki sorunlar bir tarafta, sosyal sorunlar bir tarafta. Çocuk olmadığında kadınlar suçlanırdı eskiden. Toplumumuzda bu türden bilinçsizlikler hala devam ediyor mu?

Aslında, toplumda bu konuda çok ciddi bir gelişme var. Özellikle toplumun sosyo-ekonomik olarak daha iyi durumda olan kesimlerinde hatta sosyo-ekonomik olarak gelişmesi az olan kesimlerinde dahi erkekten de kaynaklanabildiğine yönelik olarak bilinç düzeyi artıyor. Ama genel olarak baktığımızda hala kadınların bilinçsizce suçlanma oranının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, her ne kadar bu olgu olsa da bir şekilde doktora ulaşıldığında teşhis konulduğunda, erkekten kaynaklı bir sorun varsa artık kabulleniliyor ve çözüm arayışına giriliyor. Bu soruna yönelik olarak başta kamu olmak üzere herkesin aydınlatıcı ve pozitif yönde rol oynaması önemli. Daha önce belirttiğim gibi mesela; tedavi sürecinin bir kısmını oluşturan tüp bebek yöntemlerine hatta merkezlerine karşı olumsuz bir yargı doğurabilecek mesajlar verilmemeli. 
  

İnfertilite dünyada ve toplumumuzda ne kadar sıklıkta görülüyor?
İnfertilite, genel olarak dünyada yüzde 15 civarında gözlenen bir problem. Buna yüzde 10-15 aralığında görülüyor diyebiliriz. Ülkemizde infertilitenin ne sıklıkta görüldüğüne dair ise ne yazık ki yapılmış bir toplum çalışması yok. Bu konuda Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği ve Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği (TSRM) bir epidemiyolojik çalışma başlatmak istiyor ama bildiğiniz gibi epidemiyolojik çalışmalar ciddi hazırlık gerektiriyor. Oldukça da maliyetli çalışmalar. Bu konuda Avrupa Birliği’nin fonlarına da bir müracaatımız oldu. Bu gelişmeleri bekliyoruz. Herhalde bu gelişmelerden sonra ülkemizde de topluma dayalı bir çalışma yapılarak infertilitenin sıklığını belirlemiş olacağız.
Arzu Kocabıçkıcı

Multipl Skleroz’a Karşı Yeni Ajan Yolda



Kazalardan sonra gençlerde sakatlığa neden olan bir numaralı neden olarak gösterilen Multipl Skleroz hastalığına karşı yeni çözümler araştırılıyor.
Farklı birçok belirti ile ortaya çıkan, bin bir yüzlü hastalık MS’e karşı yeni ilaçlar gündemde. Sanofi-aventis tarafından geliştirilen yeni oral tedavi ajanının hastalığın kontrolünde anlamlı iyileşme sağladığı belirtildi.  Ottawa Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Departmanı’ndan Prof. Dr. Mark S. Freedman, ilacın etkisinin MR sonuçları ile ortaya konduğunu söyledi.

MS'e karşı yeni çözümler araştırılıyor

Kazalardan sonra gençlerde sakatlığa neden olan bir numaralı neden olarak gösterilen MS’e (Multipl skleroz) karşı yeni çözümler araştırılıyor. Sanofi-aventis’in multipl skleroz tedavisi için geliştirdiği yeni oral tedavi ajanı teriflunomid ile gerçekleştirilen Faz II çalışmanın bir yıllık yeni sonuçlarını açıkladı. Bu yeni ajanla ile hastalığın kontrolünde anlamlı iyileşme gözlendiğini ortaya koydu. Hastalığın kontrolü MRG (manyetik rezonans görüntüleme) ile değerlendirildi. Güvenlilik profili, Faz II monoterapi çalışmasından elde edilen verilerle uyumlu bulundu.

Bu sonuçlar, Amerikan Multipl Skleroz Tedavi ve Araştırma Komitesi’nin (ACTRIMS: American Committee for Treatment and Research in Multiple Sclerosis), San Antonio’da (ABD) yapılan yıllık olağan kongresinde, en önemli sözlü sunumun konusu olarak sunuldu. Bu çalışma, MS hastalarında teriflunomidin tek başına  (monoterapi) veya yardımcı tedavi olarak etkinliğinin araştırıldığı, geniş kapsamlı bir klinik geliştirme programı çerçevesinde gerçekleştirildi.

Ottawa Üniversitesi (Ontario, Kanada) Tıp Fakültesi Nöroloji Departmanı’ndan Prof. Dr. (HBSc, MSc) Mark S. Freedman, “Bu keşif araştırmasının bir yıllık sonuçları, sabit beta interferon tedavisiyle birlikte uygulanan teriflunomid ile, MR incelemesiyle değerlendirilen hastalık aktivitesinde anlamlı iyileşme ve kabul edilebilir bir güvenlilik profili gözlenmesi bakımından cesaret vericidir. İnterferonla tedavi edilen ancak MR sonuçlarına göre hastalık aktivitesinin devam ettiği veya hastalığın tekrarladığı hastalara uygulanan bu yardımcı tedavi, şimdiye kadar karşılanamayan medikal bir gereksinime cevap olabilir. Bu sonuçları bir Faz III çalışma programında da tekrarlayabilmeyi umuyoruz” şeklinde konuştu.

Arzu Kocabıçkıcı




Üreme Tıbbı'nda nerdeyiz?



Üreme Tıbbı konuları içinde özellikle infertilite tanı ve tedavisinin yönetimi, yardımcı üreme teknikleri, insan genetiği, menopoz ve doğum kontrol yöntemleri ile ilgili bakış açıları değişmekte ve gelişmekte.

Üreme Tıbbı konuları içinde özellikle infertilite tanı ve tedavisinin yönetimi, yardımcı üreme teknikleri, insan genetiği, menopoz ve doğum kontrol yöntemleri ile ilgili bakış açıları değişmekte ve gelişmekte. Tedavi uygulamaları global olarak değişen sosyal, kültürel ve ekonomik koşulların değişimi ile farklılaşmakta. Prof. Dr. Timur Gürgan, bir taraftan yeni tedavi endikasyonları ortaya çıkarken diğer taraftan da daha ucuz ve etkin tedavi yöntemleri için taleplerin arttığı bilgisini verdi.   

Yumurta dondurma yöntemi

Prof. Dr. Timur Gürgan, "Ciddi bir hastalık nedeniyle hastanın yumurtalıkları tehlikeye girdiğinde, hasta erken menopoz tehdidi yaşadığında, ya da doğurmaya hazır olmadığı için yumurtalarını dondurarak saklatabilir. Kanser tedavileri ya da erken menopozla gelen kısırlığın önüne geçmede kullanılan "yumurta dondurma yöntemi' Türkiye'de de kullanılmaya başlandı. Yöntemle sadece genç yaşta değil, geç yaşta da anne olmak mümkün. Kanser tedavisinde başarı oranı yükseliyor, kanserli hastalar iyileşip normal hayatlarına geri dönüyor ancak bu kez de erken menopoz ve kısırlık sorunu baş gösteriyor" diye konuştu.
İnfertilite nedenlerinin yüzde 70'nin erkeklerdeki sorunlardan kaynaklandığını belirten Gürgan, "Erkek kısırlığına gerçekten son verebilecek bir çalışma olan, sperm kök hücrelerinin kullanılması çalışmaları sonuç vermeye başlamıştır. Kök hücrelerin sperm ve yumurta hücrelerine farklandırılması ile yeni ufuklar açılabilecektir" diye konuştu.

PCOS oluşturabileceği tablolar açısından çok önemli

Ege Üniversitesi Tüp Bebek Merkezi Müdürü Prof. Dr. Erol Tavmergen ise ‘ovulasyon indüksiyonu ve fertilitenin korunması’ konusunun oldukça büyük bir öneme sahip olduğunu belirterek şu bilgileri verdi:
“Polikistik Over Hastalığı bizim ülkemizde de yüksek oranda karşılaştığımız bir sorun. Yumurtlama sorunu olanların önemli bir kısmında bu problemle karşılaşıyoruz. Bu sorun kozmetik sorunların ötesinde uzun dönemde ortaya çıkabilecek metabolik hastalıklar açısından önemli. Kansere varabilen sonuçları bulunmakta.
Bu arada tedavinin yaşam kalitesine katkısı da önemlidir.  Bir insan bu tür bir rahatsızlıktan kurtulduğu zaman hele hele üreme yaşı içerisindeyse, üreme fonksiyonlarını yeniden geri kazanmak istiyor. Bu konu bugüne kadar bu çoğu kere gözardı edilmiş bir problemdir.
Birçok hastalık genç insanların üreme fonksiyonlarını kalıcı olarak etkileyebiliyordu. Oysa gelişmeler ışığında bu konularda alınabilecek tedbirler var. Artık tıbbın hizmetindeki teknoloji yardımıyla bu soruna çözüm bulabiliyoruz.”

Arzu Kocabıçkıcı





PE tedavisinde gelişmeler

Erken boşalma konusunda farkındalık arttıkça yeni geliştirilen tedavilerden yararlanma oranı da artacak.




Türk Androloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Önder Yaman, PE’nin seksüel aktiviteyi olumsuz etkilediğini, ilişkiden tatmin olma duygusunu önemli ölçüde azalttığını, genel yaşam kalitesine olumsuz etkide bulunduğunu, stres düzeyini artırdığını ve mevcut ilişkinin devamlılığı için bir tehdit oluşturabildiğini söyledi.


Farkındalık artacak

Prof. Dr. Önder Yaman, prematür ejakülasyonun erkek seksüel bozuklukları içinde en sık görülen bozukluk olduğunu belirterek, “PE etiyolojisisini organik ve organik olmayan nedenler olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür” dedi. Yaman şu bilgileri verdi:
“Organik nedenler arasında; anatomik ve nörolojik sebepler, akut ve kronik hastalıklar, fizik travma ve farmakolojik yan etkiler sayılabilirken organik olmayan nedenler arasında; psikolojik nedenler, akut psikolojik stres, psikoseksüel yetenek yetersizliği ve ilişkiyle ilgili stres sayılabilir.”
Erken boşalma problemi konularındaki farkındalık arttıkça, geliştirilen yeni tedavilerden yararlanma oranları da artacağını belirten Yaman, geliştirilen yeni tedavilerle PE’de yüz güldürücü sonuçlar alındığını belirtti.


Hastanın hekime güveni sağlanmalı

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. İsmet Yavaşçaoğlu,  toplumumuzda cinsel deneyimle karşılaşma yaşının geç olduğunu belirtti. Yavaşçaoğlu, “Bize gelen kişi 26 yaşında, ilk kez ilişkiye girecek biri bile olabilir. Hastamıza gerekli soruları açık yüreklilikle sorabilmemiz gerekmekte” diyerek, öncelikle hastanın hekime güvenini sağlayabilmenin önemine değindi.
Yavaşçaoğlu, bir ilişki için iyi bir partnerin gerekli olduğunu belirterek, “Kadın istediği zaman orgazm olabilir yeter ki istediği adamla birlikte olabilsin” diye konuştu.


PE nörobiyolojik bir olgu

Prof. Dr. İsmet Yavaşçaoğlu, PE’da farmakolojik tedavinin günümüzde artık birinci tedavi modalitesi olarak kullanıldığını belirtti. Yavaşçaoğlu, pek çok farmakolojik ajanın PE tedavisinde değişen oranlardaki başarı yüzdeleri ile kullanıldığını söyleyerek, “Sonuçta günümüzde PE’nun psikolojik bir hastalıktan çok nörobiyolojik bir olgu olduğu sonucuna varılmıştır” diye konuştu. Yavaşçaoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Nörobiyolojik çalışmalar klasik psikolojik yaklaşımların artık eskisi kadar geçerli olmadığını ortaya koymaktadır. Davranışçı yaklaşımların tersine farmakolojik tedaviler preklinik ve klinik çalışmaların ışığı altında gün geçtikçe daha fazla önem kazanmaktadır. Bununla beraber PE tedavisinde psikoseksüel davranış terapisi halen çok önemli bir role sahiptir. Farmakolojik tedavide anahtar ereksiyon ve ejakülasyondan sorumlu santral/periferal nörotransmiterlerin derinlemesine anlaşılmasındadır. PE tedavisinde SSRI’lar etkin biçimde kullanılmaktadır. Sorunun medikal tedavisinde kısa etkili SSRI’ların kullanımından fayda sağlanmaktadır.”


Psikojenik teoride prematür ejakülasyonun, ejakülasyon refleksinin santral sinir sistemince baskılanamaması sonucu geliştiği kabul edilmekte. Hastaların çoğunda ejakülasyon mekanizmasında anormal derecede artmış otonomik refleks yolların varlığı (düşük penil vibrasyon eşiği, kısa bulbokavernöz latens zamanı ve yüksek bulbokavernöz uyarı eşiği, kısa SEP refleks zamanı ve uyarı eşiği ve artmış Dorsal sinir- SEP ileti zamanı ve amplitüdü) söz konusudur. Psikoanalitik teorilere göre altta yatan anksiyete ve öğrenilmiş davranış bozukluğu veya her ikisi birden prematür ejakülasyondan sorumlu olmaktadır. Anksiyeteye bağlı artmış katekolamin deşarjına bağlı olarak kişi ritmik kasılmalardaki artmayı hissedemeyerek ejakülasyonu baskılayamamaktadır. Ayrıca anksiyetenin yolaçtığı katekolamin deşarjı düz kasların ritmik kasılmalarını artırmaktadır. Anksiyete sebepleri arasında; koitus interruptus, partnere karşı isteksizlik, partnerin hayal kırıklığı korkusu ve kastrasyon anksiyetesi sayılabilirken, ilk koit deneyimleri, suçluluk duyarak mastürbasyon, aralarında sorun bulunan çiftlerde erkeğin bilerek ejakülasyonu hızlandırması ve genelev deneyimleri de öğrenilmiş davranış bozukluklarına örnek olarak gösterilebilir.

“Her boşalma orgazm değildir”

‘Her boşalmanın orgazm olmadığını’ vurgulayan Prof. Dr. Mehmet Sungur, kadınların ve erkeklerin cinsel ilişkiden beklentilerinin farklı olduğunu belirterek, “Kadının cinselliğini yaşayabilmesi için bir nedene ihtiyacı var. O adamda bir şey bulması lazım. Erkek için ise bu gerekli değil. Bu nedenle farklılıklar sadece fizyolojik değil” diye konuştu. Sungur, prematür ejakülasyon için literatürde pek çok tanımlama önerildiğini belirterek şunları anlattı:
“Bunlar arasında cinsel birleşmeden yeterince zevk alacak kadar ejakülasyonu geciktirememe, hastanın isteğinden önce veya vajinal penetrasyon öncesi yada penetrasyondan kısa bir süre sonra devamlı veya tekrarlayıcı şekilde ejakülasyonun olması, eşin orgazmından önce ejakülasyonun olması ve sorunun cinsel ilişkilerin en az yarısında olması sayılabilir.”

Prof. Dr. Mehmet Sungur, prematür ejakülasyon için “İstemsiz boşalma” tabirini daha uygun bulduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Erken boşalma yerine istemsiz ya da kontrolsüz boşalma demek daha doğru. Bu durumda, boşalma, bireyin kendi kontrolünün dışında olan olmaktadır. İstemsiz boşalma erkeklerde en sık görülen cinsel sağlık problemi olarak dikkat çekmektedir. Aynı zamanda nedeni ve tedavisi en az bilinen sorunların başında gelmektedir. PE’de hastalığın ortaya çıkışı ile tedaviye başvuru arasında uzun zaman geçmektedir. Aradaki zaman yaklaşık 15-20 yılı bulabilmektedir.”

“Tek kriter süre değil”

Erken boşalmada tek başına sürenin kriter olamayacağını belirten Sungur, “Kişinin bundan hoşnutluğu ve aynı zamanda kişinin bunu kontrol edebilirliği ve bir de ilişkileri nasıl etkilediğini bilmemiz gerekiyor. Sadece süreyi bir kriter olarak görmek yanlış olur.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, ilişkide deneyim ne kadar yeniyse, partner ne kadar yeniyse, ne kadar uzun süredir cinsel aktivite olmuyorsa ve kişi ne kadar genç ise boşalma o kadar erken olacaktır” diye konuştu.

Tedavide medikal tedaviler ile bilişsel davranış tedavilerin bir arada kullanılabileceğini belirten Prof. Dr. Mehmet Sungur, uygulanacak tedaviye hasta ile birlikte karar vermek gerektiğini belirterek şunları söyledi:
 “Hastalar ile birlikte verilen karar en doğru karardır. Hekim çok donanımlı olacak ve hastasını bilgilendirecek. Ama bir hekimin hangi tedaviyi uygulayacağı şeklindeki bir kararı hastası ile birlikte verebilmesi için bir koşul gerekli; o da donanımlı olması. Dolayısı ile her iki yaklaşımı da bilecek ki ikisini birden uygulayabilsin.”

PE’de mutlaka tıbbi yaklaşım gerekli

On Dokuz Mayış Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ramazan Aşçı da erkek cinsel döngüsü ile kadın cinsel döngüsü arasında bir süre farkı bulunduğunu belirterek, “Genelde bir erkek 4-5 dakikada orgazma ulaşabiliyor ama kadının orgazma ulaşabilmesi için bu işin öncesi gerekiyor. Kadının da erkeğin de bunu bilmesi gerekiyor. Erken boşalma sorununa mutlaka tıbbi bir yaklaşım gerekmekte. Ejakülasyonun nasıl olduğunu, nerede ve kime karşı olduğunu ciddiye almak lazım” dedi.

Arzu Kocabıçkıcı






Klinik araştırmalarda son durum


İKAİ' nin "Etik Kurul, Ödemelerde Son Durum ve Ötesi " başlıklı bu toplantısı revize yönetmelik, buna bağlı olarak oluşturulan yeni etik kurullar bağlamında son gelişmeleri görüşmek üzere toplandı. İstanbul Klinik Araştırmalar İnsiyatifi tarafından gerçekleştirilen toplantıda bir araya gelen taraflar “Araştırmalar ne olacak” sorusuna cevap aradı.

İstanbul Klinik Araştırmalar İnsiyatifi, Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, Sosyal Güvenlik Kurumu, Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD), İlaç Endüstrisi İşverenleri Derneği (İEİS), Türk İlaç Sanayii Derneği (TİSD), TUBİTAK'tan yetkililerin de bulunduğu bir toplantı düzenleyerek klinik araştırmalardaki son durum ve yeni yönetmelikle gelen değişiklikler tartışıldı.
Danıştay 10. Dairesi'nin Klinik Araştırmalar Yönetmeliği'nin bazı hükümlerinde yürütmeyi durdurması 'Araştırmalar ne olacak? ' sorusunu gündeme getirdi.  Geçtiğimiz yıl yürürlüğe giren 'Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelik' doğrultusunda etik kurullar oluşturulmuş ve araştırmalar başlamıştı. Ancak Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı, yönetmeliğin bazı hükümlerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay'da dava açtı. Davayla ilgili ilk incelemesini tamamlayan Danıştay 10. Dairesi de yönetmeliğin bazı hükümlerin yürütmesini durdurdu. Yürütmenin durdurulması ile 'Yeni başlayan çalışmalar ne olacak? ' sorusu da gündeme geldi.

Mali konular düzenlenmeli

İKAİ Koordinatörü Prof. Dr. Yağız Üresin, sürmekte olan çalışmaların büyük boşlukta olduğunu belirterek, karar sonrası yürütülmekte olan ulusal ve uluslararası birçok çalışmanın aslında sürdürülemeyeceği fikrinin doğduğunu söyledi.
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Farmakoloji ve Klinik Farmakoloji AbD Başkanı Prof. Dr. Yağız Üresin, dinleyicilere çevrimsel bilim ile ilgili önemli bilgiler verdi.  Klinik Araştırmalarda şu an içinde bulunulan durumun düzeltilmesi ve geliştirilmesi için de tüm paydaşların ortak çalışması gerektiğini çevrimsel bilim örneğiyle anlattı.
Üresin, konuyla ilgili olarak kendilerinin de sürekli çalıştıklarını söyleyerek, bakanlığa bağlı bir etik kurul olarak, Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü'ne yazdıkları yazıyı ve önerilerini anlattı. Üresin, Danıştay'ın, erken faz çalışmalar ve biyoeşdeğerlik çalışmalarında gönüllüye ödeme yapılmasını düzenleyen madde için de durdurma kararı verdiğini belirterek, bu kararın ülkemizde bu çalışmaların yapılmasını imkânsız kıldığını söyledi.
Yetkililerin bu konuyu tekrar gözden geçirmesini isteyen Prof. Dr. Yağız Üresin, klinik araştırmalarla ilgili olarak mali konuların hem yönetmelikle hem de kurumlar içerisinde mutlaka düzenlenmesi gerektiğini vurguladı.
Klinik araştırma bütçeleriyle SGK bütçelerinin birbirinden mutlaka ayrılması gerektiğini vurgulayan Üresin, klinik araştırmalarla ilgili olan bütün kişi ve kurumların işbirliği içerisinde olması gerektiğini belirterek, “Herkesin aynı gemide olduğu unutulmamalıdır” dedi.

İlaç ve ilaç dışı araştırmalar daha net ayrılmalı

Yönetmelik ve düzenlemelerin tam açık olmağını belirten İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Uzm. Dr. Özgür Yiğit, buna bağlı olarak her etik kurulun kendine göre yorum yapmasının bazı sorunları beraberinde getirdiğini söyledi. Yiğit, ilaç ve ilaç dışı araştırmaların da birbirinden daha net maddelerle ayrılması gereğine işaret ederek, zaman zaman bu konuda İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü'nün de zor durumda kaldığını belirtti.

Yönetmelikte Revizyon

Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdür Yardımcısı Dr. Hanefi Özbek, yönetmeliği hazırlarken herkesin görüşlerini aldıklarını fakat Danıştay kararı sonrası etik kurullarla ilgili kanuni düzenlemeyi yapmadan, merkezin dışında etik kurul kuramayacaklarını ve yine Sağlık Bakanlığı bünyesinde Danışma Kurulu kuramayacaklarını öğrendiklerini anlattı. Bu sebeple geçiş süresinde bakanlığın imzasından sonra merkezde etik kurul kurmaya karar verdiklerini, Revize Yönetmelik’e Danıştay’dan yanıt gelmemesi üzerine klinik araştırma başvurularını değerlendirmek için Ankara’da 6 etik kurul kurulduğunu ancak yer sorunu nedeniyle bunlardan üçünün toplantılara başlayabildiğini anlattı. Yine Danıştay kararı uyarınca bilgilendirilmiş olur formunda da değişiklikler yaptıklarını anlatan Özbek, esas düzenlemenin kanunla yapılacağını ancak bu kanunun çıkmasının uzun süre alabileceği belirterek yasalaşma sürecinde herkesin görüşünü alacaklarını söyledi.

Ar-Ge için birlikte çalışılmalı

Toplantının “farklı yaklaşımlar” başlıklı oturumda konuşan İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Araman, ilaçta Ar-Ge yatırımlarında Türkiye’nin payının on binde dört olduğunu belirtti. Türkiye’nin birçok ülkeden çok daha iyi araştırıcılara sahip olduğunun altını çizen Araman, Türkiye’nin klinik araştırmalardan aldığı payın neden bu kadar düşük olduğunun düşünülmesi gerektiğini söyledi.  Araman, Ar-Ge üretimi için birlikte çalışmanın öğrenilmesinin önemini vurguladı.



Biyoeşdeğerlik çalışmalarının payı artıyor

Prof. Dr. Işık Tuğlular da, biyoeşdeğerlik çalışmalarının ilaç endüstrisindeki payının giderek arttığını belirterek, genellikle orijinal ilaç üreten büyük firmaların da artık jenerik ilaç üretimine eskisine nazaran daha fazla önem verdiğini söyledi. Danıştayın gönüllülere ödeme yapılması ile ilgili maddeyi durdurması ile birlikte Türkiye’de erken faz ve biyoeşdeğerlik çalışması yapılamayacağını kaydeden Tuğlular, çalışmaların sekteye uğrayacağına dikkat çekti.

“Kaynak yaratılmalı”

Prof. Dr. Ahmet Gül, proje bütçelerinin kullanımında büyük sorunlarla karşılaştıklarını anlatarak, bu bütçelerin denetlenmesinin de ayrı bir sorun olduğunu belirtti.  İlaç araştırmaları ve endüstri dışı araştırmaların mutlaka birbirinden ayrılması gerektiğini belirten Gül, bilimsel ve endüstriyel tarafların araştırmaya farklı gözle baktığını ve farklı kaygılar taşıdığını vurguladı. Yasal düzenlemelerin sadece endüstrinin desteklediği projelere göre yapıldığının kaydede Prof. Gül, araştırıcı destekli projelerin yapılabilmesi için farklı kaynakların yaratılmasının önemine işaret etti. Gül, bunlar için yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğinin altını çizdi. Araştırmacıların bütçeden yeterli payı alamadıklarını ve bunun üzerine bir de denetleme geçirdiği zaman, zaten emeğinin karşılığını alamayan ve sıkıntılar yaşayan araştırıcıların bir daha araştırma yapmak istemediğini söyledi.

Arzu Kocabıçkıcı